Apollon tapınağındaki bilicilerden kehanetleri dinleyen antik dönem insanı günümüz insanından pek bir farklı değil. Yazılı tarih itibariyle Sümerlerden bu yana birçok uygarlıkta gelecek öngörüsü toplumsal yaşamın ve siyasal alanın vazgeçilmez öğesi olmuş. İktidarın gelişiminden tutun, tarladaki ürünün ne zaman kaldırılacağına yahut bir ülke ile savaşa ya da barışa ne zaman karar verileceğine kadar pek çok olayda gelecekten haber verdiğine inanılan kâhinlerden yardım istenmiş. Sümerler kurban edilen hayvanın iç organlarını inceleyerek öngörülerde bulunurken sadece gökyüzündeki ışıkların diziliminden değil rüzgardan sise bir çok atmosferik olayı bir işaret olarak değerlendirmişler ve kehanetlerde bulunmuşlardı. İnsanın doğa üzerindeki kontrolünün az olduğu İlk Çağ ve Orta Çağ’da hatta Rönesans da bile bilinmeyeni açığa çıkarmak üzere gelecekten haber alınmak istenmiştir. Astrolojiyle ilgilenen modern insan da soruyor: Neler olacak?
Bu yazıda gelecek tahmin edilebilir mi sorusundan ziyade insanlar neden geleceğe dair bir netlik ister onu sorgulamak istedim. Neden insan gözünü sürekli geleceğe çevirir? Bu isteğin psikolojik açılımı nelerdir? Başka türlüsü mümkün müdür? Hiçbirimiz belirsizlik okyanusunda yüzmek istemiyoruz. Eğer bir tehditle karşılaşacaksak ve bunu önceden bilebilirsek korku ve kaygılarımızdan arınıp sakin kalacağımıza dair ümitler besliyoruz. Dış dünyayı kötü ve iyi olarak ayırmış insan, kötü şeyler olmamasını olacaksa da birinin bize bunu önceden söylemesini istiyor. Çünkü belirsizlik, duygularda inanılmaz bir kaos yaratıyor. O kaotik duygularla baş etmek yerine iyi yada kötü varsaydığımız öngörülere muhtaç hissediyoruz kendimizi.
Belirsizliğin tahammülsüzlüğü kişilere göre farklılaşabiliyor. Yapılan araştırmalar, zihninde düşünceler eksik olmayan insanların, problem çözme becerisi zayıf olanların, düşük özgüven duygusu olan, hatta yaşamsal stresle baş etmede zorlanan insanların bu kuyuya kolayca düştüklerini gösteriyor. Bunun yanında belirsizliğe tahammülü olmayan insanların, kaygı düzeylerinin diğerlerine göre yüksek olduğu da saptanmış. Savaşa koşullanmış zihniyle kendini sürekli güvensiz hisseden insan, bilinmeyeni en aza indirerek yaşamını kontrol edebileceği yanılsamasına düşüyor.
Geleceğin ağır yükünden ancak farkında kalarak ve dikkatinizi “an” a yönelterek kurtulabilirsiniz. Gelecek ancak an’ın farkındalığını yaşayan insan ile daha iyiye evrilebilir. Hintli düşünür J. Krishnamurti, elli yılı aşkın bir süre dolaşarak insanlara hakikatin yolunu anlatmaya çalışmıştır. Hayatının sonlarına doğru yaptığı bir konuşmalardan birinde “Benim sırrımı bilmek ister misiniz?” diye sorar ve dinleyicilerini şaşırtır. Herkes birden kulak kesilir. Sonunda öğretilerinin özündeki bilgiyi alacaklardır. Ve usta sadece şöyle der: “Ben olan biteni umarsamıyorum” der, “İşte benim sırrım bu.” Farkındalık sizi bu son noktaya sürükler, olanları oldukları gibi kabul etmeye. Ve hatırlamamız gereken Zen felsefesindeki deyişle tam olarak şu cümledir: “Kar yağdığında, her bir kar tanesi düşmesi gereken yere düşer.”
Gülden Bulut, 2023
Her haklı saklıdır.