“Genel kural şudur ki, en etkili gezegenler olarak Mars ve Merkür tuzlarını, öfkelerinin ateşini söndürecek bir araç bulabilecekleri biçimde, Venüs ve Jüpiterle birleştirerek kullanmak daha iyidir… Özellikle de Satürn ve Mars bitkilerinin -aynı zamanda da zehirli bitkilerin- Güneş, Jüpiter ve Venüs yardımıyla yararlı birer bitkiye dönüşebileceklerini hatırdan çıkartmamak gerekir…” der Paracelsus. Cümleyi dikkatle incelediğinizde astroloji, botanik bilimi, homeopati ve simyanın bir arada olduğunu görebilirsiniz. Astrolojinin en önemli ilkesi olan eşzamanlılığı hayatın her alanında görebiliriz: Gökyüzünde ve yeryüzünün her parçasında. Bir diğer önemli ilkelerinden biri de holografi, yani parçanın bütünün bilgisini vermesidir. İris ile nebulanın, hücre yapısı ile gezegenlerin Güneş etrafındaki turunun benzerliğini gösteren görselleri rahatlıkla bulabilirsiniz.
Bu prensipler simya ve astroloji arasında da vardır. Titus Burkchardt aradaki semboliği şöyle anlatır: “Gerçek sembolizmin dayandığı ilke şudur; birbirinden zaman, mekan, maddi tabiat ve diğer birçok sınırlayıcı özelliklerle farklılık gösteren nesneler, aynı temel niteliğe sahip olabilirler… Bu nedenle, altının Güneş’i ve gümüşün de Ayı temsil ettiğini söylemek oldukça doğrudur; altın Güneş’le aynı öze sahiptir, gümüş de Ay ile aynı öze. Keza iki soy metal ve iki ışık kaynağının her ikisi de aynı iki kozmik veya ilahi gerçekliğin sembolleridir.”
Kabaca metalleri çeşitli ritüeller ile en değerli maden olan altına dönüştürme işlemi olarak bilinen simyanın aslında bu tanımın çok ötesinde manaları var. Aslında bu işlemler yapılırken bir yandan da insan ruhunun parlaması sağlanır. Maddi olanın ötesindeki manaya, öze ulaşmaktır amaç. Her ezoterik inisiye gibi simyanın da sembolik ve gizli bir dili var. Keza, etimolojik olarak “simya” kelimesini araştırırsanız Arapça büyü, sihir; eski Yunanca dilinde simgeler, (gizli) anlamlar, anlamına geldiğini bulabilirsiniz.
Simyanın kökenine yolculuk edersek Hermes’e kadar gidebiliriz. Archibald Cockren, Simya Sanatı ve Simyacılar kitabında bu ezoterik bilgiler ile ilgili “Simya biliminin teorisi, Küll’ün, Tek Varlık’ın iradesiyle yaratıldığı, yani zuhur eden bütün evrenin Bir’den çıktığı varsayımına dayanır. Hermesçi metinlerde bu gerçek flu şekilde ifade edilir: “Küll, Bir’in aracılığıyla Bir’den çıkmıştır. Çokluk bu Tek Olan’dan çıkmıştır.” Yani, Bir Olan zuhur edince çok olmuştur. Simyacıların Alkahest dedikleri bu Bir’den, Tohum’dan üç çıkar: Cıva, Sülfür, Tuz. Sonra bu üçten çokluk çıkar.” cümlelerini kullanmıştır. Bu üçlü Nefs, Ruh ve Bedeni temsil eder. Simya süreci ise tasavvuf öğretisindeki yanmak aslında, arınmak, saflaşmak. Saf altın elde edildiğinde nefsin terbiye olması, bedenin saflaşması ve ruhun parlaması yaşanır.
Astrolojik açıdan bakıldığında Güneş, Ruh’tur; hayat amacımızdır, gideceğimiz yoldur. Simyada da aynı şekilde metaller ya da madenler saf olana yani altına doğru gideceklerdir.
Burada madenlerin gezegenler ile ilişkisinden bahsedebiliriz.
Altın, Güneştir.
Gümüş, Ay
Cıva, Merkür
Bakır, Venüs
Demir, Mars
Kalay, Jüpiter
Kurşun ise Satürn’dür.
Archibald’ın sözleri ile, “Bu öğretiye göre metaller belli takımyıldızlarının titreşimleri ile ve enerji dalgalarıyla oluşmuş ve sonuç olarak onun yöneticisi gezegenin niteliklerini taşımaktadır. Böylece…
– Güneş’in bu gezegendeki Hayat’ın tezahürü olması gibi altın da kusursuz metalin tezahürüdür.
– Beyaz renkli Gümüş, Güneş’in negatif yönü olan Ay’dır.
– Merkür (Cıva) tıpkı Merkür gezegenin sürekli hareket halindeki yüzeyi gibi uçucu bir yapıya sahiptir.
– Demir güç ve kuvvet demektir, enerji ve kuvvetin gezegeni ise Mars’tır.
– Rengi altını andıran Bakır, Venüs’tür. Venüs güzellik ve sevgi gezegenidir.
– Kurşun, sınayıcı, soğuk Satürn’dür ve Kabalacı öğretilerde metallerin kökü olarak bilinir.
– Kalay Jüpiter’dir, Jüpiter refah ve iyiliğin gezegenidir.
Bütün metaller sürekli bir gelişme halindedir. Yani kusursuz metal altın en yukarıda, mükemmelliğin doruğunda durur. Diğer metallerse en sonunda altın olma yolundadırlar.”
Madenlere göksel anlamlar yüklemek, Babil zamanına kadar giden bir eşleştirmedir. Mircae Eliade’nin Babil Simyası ve Kozmolojisi kitabında bununla ilgili şu açıklayıcı cümlelere rastlarız. “Böylece Gök-Yeryüzü benzeşimi, varlığın bütün düzeylerinde sayısız büyülü denklikler doğurur. Böylece neden şu ya da bu rengin uğurlu ya da uğursuz olduğunu, neden şu ya da bu madenin iyileştirdiğini ya da hastalığa yol açtığını, neden şu ya da bu “zaman”ın iyi ya da kötüye işaret olduğunu anlamak kolaylaşır. Merkezini bir gezegenin ya da bir tanrının yönettiği bir göksel alan içinde bulunan her büyülü güç, gerçekliğin bütün düzeylerinde doğrudan ya da denklikler aracılığıyla yer alır.”
Cıva, Tuz ve Sülfür; Nefs, Ruh ve Beden eşleştirmesinden bahsetmiştik. Basilius Valentinus, madenlerin bu üç temelin oranlarından meydana geldiğini ve etkilerinin de buna göre ortaya çıktığını şu sözleri ile anlatmaktadır:
Demek ki Mars’ın metalinde (Demir), Cıva en az, Sülfür ve Tuz fazladır.
“Okuyucu buradan bakırın üretimi hakkında daha fazla bilgi edinmiş olmalı ve onda fazla olanın Sülfür olup Cıva ve Tuz’un eşit olduğunu anlamalıdır…
“Bütün metaller arasında altın en önde gelir, çünkü semavi ve elementsel işlemler bu metaldeki Cıva’yı daha kusursuz bir olgunluk noktasına kadar sindirip saflaştırmıştır.”
“Tanrı’nın iyiliğiyle Jüpiter (Kalay) metaller arasında neredeyse tam ortada durur. O ne fazla sıcak ne fazla soğuk ne fazla ılık ne fazla kuru ne fazla nemlidir; içinde ne Cıva ne de Tuz fazlası vardır ve çok az Sülfür bulunur…”
“Size söylüyorum, Satürn az Sülfür, az Tuz, epey bir ham kaba Cıva’dan oluşur. Buradaki Cıva, Güneş’teki (Altın) cıvadan değil, suyun üzerindeki köpükteki cıvadandır.”
Valentinus’un sözleri ile devam edelim.
“Archaeus’un Cıva Tini’nin vasıtasıyla Dünya’da ve Dünya’nın damarlarında nasıl iş gördüğü konusunda, şu nasihatimi dinle. Ruhani tohum yukarıdaki Yıldızlar’ın etkileriyle biçimlenip elementlerle beslendikten sonra bir tohum olarak Cıvasal (Mercurial) Su’ya dönüşür, tıpkı Büyük Âlemler’den ilkinin hiçlikten yaratılması gibi. Çünkü Tin suyun üzerinde dolaşırken, Semavi sıcaklık, soğukta, suda ve toprakta yaşayan mah-lûkları yaratmış olmalı. Yüce Âlem’de bu Tanrı’nın kudretini göstermesi ve Semavi Işıklar’ın işidir. Küçük Âlem de aynı şekilde Tanrı’nın Kudreti’dir ve onun ilahi ve Kutsal Nefesiyle Toprak’ta çalışmasıdır. Kadiri Mutlak bunu gerçekleştirmenin araçlarını oluşturmuş ve insana vermiştir. Öyle ki mahluklarından biri öteki âlemlerde çalışmak için güce sahip olsun, biri ötekine yardım etsin, Rabbin işlerini yerine getirsin. Bu yüzden Toprak’ın, Semanın Işıklarıyla ve ayrıca içsel hararetle, her yaratığa kendi türüne göre verilen rutubet yardımıyla, Toprak için fazla soğuk olanı ısıtmasına ve özümsemesine izin verilmiştir. Böylece latif sülfürümsü buhar Yıldızlı Gökle karıştırılır, bu buhar bildiğimiz buhar değil diğerlerinden farklı temizlenmiş ve saf buhardır ve kendini Cıva Tözü’yle birleştirir (Mercurial Substance); bu tözün sıcak niteliğiyle, zaman içinde, yüzeysel nem kurur ve ruhsal nitelik ona gelir ve Beden ile Belesanu korur, önce Toprak’ta ruhani ve yıldızsal etkilerle çalışır, ardından metaller onla üretilir, üç ilkeyi mutlu eder, Beden bu üçün en önemli parçalarını alarak onu sindirirken biçimlenir. Fakat Cıva Tini hayvanlardan elde edilir orada kullanılırsa hayvani töz olur, bitkiler üzerine giderse o bir Bitkisel Çalışma olur.
Paracelcus gibi kimisi bitkileri inceleyerek simyevi bilgilere ulaşmış, Nicolas Flamel gibi kimisi satın aldığı eski püskü bir kitaptaki hakikati bularak bu bilgilere ulaşmış. Teknik bilgiler az çok verilse de simyanın asıl insana kattığı özünü, ebedi yanını bulabilmektir ve bu kolay değildir.
Arcibald’ın sözleri ise son sözü söylemiş olsun: “Eğer bilim evreni okültizmin asırlardır öğrettiği şekilde kavramaya çalışsa, tezahür halindeki Tek Hayat ve onun yedi bilinç planını, sonsuz güçlerini, kendine başlangıç noktası olarak alsa ve “Yukarıdaki aşağıdaki gibidir.” Hermesçi şiarını kendine felsefi temel olarak benimsese, teorilerin kaygan kumdan zemini yerine ezeli hakikate dayanan bir sisteme sahip olur. Bilim araçları ve aygıtlarıyla değil, sadece zihnin içsel kuvvetleriyle görebileceği bu farkındalığa ulaşmadıkça hayatın hakikatini gerçekten anlayamayacaktır. Simya bize insanın çıkabileceği yüksekleri gösterir. İnsanın üçlü bir yapıya, yani spritüel, zihinsel ve fiziksel bir yapıya sahip olduğunu, geleceğinin şu anda görebildiğinden daha parlak olabileceğini, hayatın yasa ve bilgelik olduğunu öğretir.”
Damla Güleç
Kaynakça
Burkchardt, Titus; Simya Sembolizm ve Dünyagörüşü; Verka Yayınları; 2017
Cockren, Archibal; Simya Sanatı ve Simyacılar; Mitra Yayınları; 2018
Eliade, Mircae; Babil Simyası ve Kozmolojisi; Doğubatı Yayınları; 2020
Paracelcus, Theophrastus; Okült Botanik Sihirli Bitkiler Dünyası Üzerine Bir İnceleme; Satori Yayınevi, 2021