Şimdi yaşadığınız bir olay, bir süre sonra zihninizden silinecektir. Kafanızdan geçen bin bir türlü düşünce yerini başka bir düşünceye bırakır. Şu an aklınızda olan şey, bilincinde olduğunuz şeydir, öncesi silinir. Bu yüzden bizler de, hayatımızı bilinçli bir güdü ve irade ile yönlendirdiğimizi düşünürüz. “Neden” ile başlayan sorulara mutlaka bilincinizin verecek bir cevabı vardır. Olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurarak bize mantıklı gelen açıklamalar yapmakta üstümüze yoktur. Bilinciniz herşeyi yerli yerine oturtarak size sayısız bilgi aktaracaktır.
Oysa yaşamımızı şekillendiren bilincimiz değil, geçmişin mirası olan korku ve kaygılarımızdır. Ne zaman bu duyguları hissetsek kaçacak yer ararız. Bazen onları görmezden gelir, inkar ederiz. Öyle mantıklı açıklamalar yaparız ki sadece kendimizi değil etrafımızı da kandırırız.
Örneğin bazı insanlar diğer insanların kendi hakkında ne düşündüğünden korkar, tam da o yüzden anne ve babasının istediği gibi olur, ödenecek diyet benliği yitirmektir. Bazı insanlarsa başlarına kötü bir şey geleceğinden korkar o nedenle ona umut verecek olan şeylere tutunur. Bu bir kişi de inanç da olabilir. Bazıları yalnız kalmaktan korkar o yüzden deli gibi çalışır. Kendi iç sesine o kadar yabancılaşmıştır ki çalışmak tüm kaygısını dindirir. Bazıları içindeki öfkeden korkar onu öyle derinlere iter ki dünyanın en ağırbaşlı kişisi olur. Her korkunun ve kaygının hayatta bir izdüşümü var. Düzenli alkol kullananlar da, bir sorunla karşılaşınca maksimum bilgi toplayarak kendini güvence altına almak isteyen, haplara sığınmış insan da aynı şeyi yapar. Bazıları durmadan hareket eder, bazıları insanlardan uzak asosyal bir yaşam sürer. Hepimiz bir yerlerde benzer şekillerde davranarak korku ve kaygılarımızdan uzaklaşmaya çalışıyoruz. Yapılması gereken o karanlığa yüzünü dönmek. Bu yazıldığı kadar kolay bir şey değil. Çünkü çoğumuz gerçekle yüzleşmeye hazır değiliz. Acizliğimizi, güçsüzlüğümü, zayıflığımızı görmek bizi en çok korkutan!
İşte tam bu noktada çok önemli ve es geçilmemesi gereken ana bir kural var. Bir şeyi ne kadar gizlesen de o büyümeye devam eder. Yok saysan da bastırsan da. Fakat eğer o gizlediğin şeyi ortaya koyarsan, işte o zaman tam tersi bir şey olur. Yok olur!
Psikanalizin de tam olarak yaptığı budur. Karanlıkta kalan herşey gün yüzüne çıkar. Cesaretle paylaşabildiğinde korku ve kaygının düşündüğün kadar büyük olmadığını görürsün. Gün ışığına çıkmış bilinçaltının her bir temel köşesi, sen ve başkası gördüğünde artık ölür. İlk başta hissettiğin şey içindeki muazzam acıdır. Yıllardır başa çıkamayacağınız için sır perdesi olarak sakladığınız, toplum dayatmalarıyla yıllarca suçluluk duyduğunuz şeyler ortaya çıktıkça, nasıl da hafiflediğiniz inanılmaz bir tecrübedir.
Biz insanlar diğer canlılar gibi değiliz. Bir ceylan avcıdan kaçarken ölümden korkmuyor. Ağaç yapraklarını döktüğünde yok olacağını düşünmüyor. Sadece biz o ağacın ilkbaharda yeniden çiçekleneceğini ve yapraklarının yemyeşil olacağını biliyoruz. Ama nedense bunu kendimize söylemeyi bir türlü başaramıyoruz. Çünkü deri değiştirmek insan için ölüme eş. Hayatta yeni bir faza geçmek hepimize korku veriyor. Öylesine geçmişe ve bildiğimiz davranışlara tutunuyoruz ki onlar bizi ne kadar boğsa da bilinmeye kendimizi kapatıyoruz. Çünkü bilindik, tanıdık sularda yüzmek bizim için daha güvenli.
O yüzden olabildiğince tüm şeffaf ve çıplaklığıyla anlatın. Kendinizi kendinize, kendinizi bir diğerine. Sahte kılıflar, içinizdeki gerçeği çok uzun saklayamaz. Karanlığınız ancak ve ancak gerçekle aydınlanır!
Gülden Bulut
16 Eylül 2017