Shakespeare’in bir oyunundaki karakter şöyle der: “Sevgili Brutus, kabahat yıldızlarımızda değil bizzat kendimizdedir. Aşağıda olan bizlerdedir.” Genelde astrolojiyle ilgilenen çoğu kişi yaşadıklarının suçunu yıldızlara atfetmekte büyük bir ustalık gösterir. Bu kişiler bir bakıma haklıdırlar, çünkü insanın kendi sorumluluğunu alması o kadar kolay değildir. Yıldızlar kader çemberini oluşturmuşlardır, insanlara da bu fasit daire içinde dönmekten başka çare kalmaz. Bu noktada felsefenin de en büyük sorularından biri tekrar karşımıza çıkar. Ne kadar özgürüz? Yoksa çok önceden yazılmış bir senaryonun yazılmış repliklerini tekrarlayan kendi öykümüzün kahramanı mıyız?
Sonunda konu gelir, özgür irade ve kader konusuna saplanıp kalır. İrade kelimesi Arapça rvd kökünden gelir, istemek, arzulamak, tercih etmek anlamlarında kullanılır. İrade bir nevi yapabilme, herhangi bir zorunluluk olmadan uygulama gücüdür. İradesini kullanabilen kişi kararlarını verirken özgür ve bağımsız davranabilir. Ama gel gör ki sınırları belirlenmiş bir alanda yaşıyoruz. Etnik kimliğimizi, annemizi, babamızı, içinde doğduğumuz coğrafyayı seçemiyoruz. Hayata belirlenmiş koşullar içinde başlıyoruz. Determine bu dünyada ne kadar özgür olabiliriz?
Homeros’un Odyssesia’sında tanrılara kafa tutan kahramanlardan bahsedilir. Çoğu efsanelerdeki kahramanlar kendilerine yazılan kadere karşı savaş açarlar. Bazı kahramanlar ise akıntıya karşı kürek çekmeden, olan ile akarak teslimiyet içindirler. Zaten değiştirilecek bir yazgı yoktur. Peki biz astrolog olarak haritaya dair yorumlar geliştirirken nasıl bir rol üstlenmeyi seçeriz? Bir horary astroloğu sorulan soruya cevap verirken, bir olayın örgülerini açığa çıkarırken özgür iradeye ne kadar olasılık verir? Veya bir psikolojik astrolog var olan durumu analiz ederken ister istemez kişinin dünyasını determine etmekten nasıl kurtulur? Bu noktada astroloji felsefesi üzerine düşünmek astrolog için elzemdir.
Tetrobiblos ile batı astrolojinin başını çekmiş Ptolemy bizi bu noktada düşünmeye teşvik ediyor. Kesin bir öngörünün yapılmasının zorluğundan bahsediyor. Ona göre bir fikrin tohumu o olayın gelişimi veya eğilimi ile ilgili bilgi verebilir ve gelecek gezegen döngülerine bakarak olumlu olumsuz dönemleri adlandırmak mümkündür. Fakat bir ana ait göksel konfigürasyon kesinlikle daha önceki olanla tam olarak aynı olmayacaktır. Bu durumda astroloğun, hiçbir şekilde ve tam anlamıyla kavranamayacak daha yüksek bir anlayışı kavradığını söyler gibi davranması gerçekçi değildir.
Evet bizler astrolog olarak haritayı bir sanatçı edasıyla yorumluyoruz. Ama şu bir gerçek ki hiç kimsenin belli bir konudaki eylemlerini ve tepkilerini tam anlamıyla bilebilecek durumda değiliz. Şöyle bir düşünün: İlerletilmiş haritalarınız veya transitler natal haritanızla zorlu görünümler oluşturabilir. Bir astrolog bu noktada çeşitli olayları öngörebilir. Ama astrolog şunu bilemez, bu etkileşime kişinin nasıl tepki vereceğini. Bu noktada kişinin cinsiyeti, aldığı eğitim, aile geçmişi veya göz ardı ettiğimiz en ufak bir belirlenmiş etkin olabilecektir. Bu zor anlarda bir kişi kendini balkondan aşağı bırakıp yerçekimine yenik düşüp ölümü seçerken bir diğeri sonuna kadar savaşıp anka kuşu gibi zorluklarını dönüştürmeyi başarabilecektir. Psikolojik astroloji ile ilgilenmemin en temel nedenlerinden biri de tam olarak buydu zaten. Özgür iradeye yer açan insan merkezli hümanistik bakış açısı. 1700’lerde un ufak edilen astroloji günümüz dünyasına hümanist kavramlarla geri dönebilmiştir. Hayır ve şer olarak verilen hükümler yeni akıl dünyasında yer bulmaz. Bu noktada hümanist astrolog Dane Rudhyar, insan merkezli astrolojiyi önerir. Ona göre olaylar insanların başına değil, insanlar olayların başına gelir. Rudhyar, “Bize ne oluyorsa, onun olması gerekir.” der. Her kriz bir meydan okumadır, her astrolojik transitin dönüşüm, arınma ve genişleme için fırsat sunduğunu belirtir.
Tarihsel süreçte kader ve özgür iradeye bakış açısı değişkenlik göstermiştir. Yunan mitolojisinde Clotho (döndüren), Lachesis (bölüştüren) ve Atropos (kaçınılmaz olan) kader tanrıçaları, tanrıların da üstündeydi. İyiyi ve kötüyü onlar dağıtırlar yaşam ipliğini ölçer, hesaplarıyla yazgıları çizer ve insanlara paylarını dağıtırlardı. İnsanlar onlara boyun eğerdi. Moira adı verilen kader tanrıçaları insanın yapacaklarının yazgı dahilinde olduğunu anlatırlardı.
Fakat yazılı tarihin en başına gittiğimizde farklı bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Babiller tanrılardan gelen kötü etkileri geri göndermenin yolunu bulmuşlardı. Tanrıya adaklar adayarak onun kızgınlığını bir nebze olsun dindirebileceklerini düşünüyorlardı. Yaptıkları büyüler ile de tanrılara karşı geliyorlardı. Güneş tutulmalarında kralın öleceğini düşündüklerinden bu dönemde bir köleye kral elbisesi giydirip bir süre kral yerine köleyi infaz ediyorlardı. Kehanetleri ayinler yoluyla uzaklaştıracağına inanan sadece antik orta doğu halkları değildi. Mısırlılar da aynı şekilde karşı konulmaz bir kadere inanmıyorlardı. Tanrılarının kader oyunları bozulabilirdi.
İskender’in Mezopotamya topraklarını fethiyle yeni düşünce biçimleri Antik Yunan dünyasında ortaya çıktı. Gökyüzündeki gezegenlerin alacağı şeklin önceden hesaplanabilmesi ile yeni dünya determine edilmeye başlandı. Her şey matematiksel bir düzen içinde akarken tanrılar tarafından yazılan kader de belliydi. İnsanın yapması gereken, tanrıların kendisi için yazdığı senaryo içinde gevşemekti. Zaten olacak olacaktı. Stoacı bakış açısıyla Yunan dünyasındaki astrolog, kaderin önüne geçmek için yapılan çabayı beyhude olarak görüyordu. Ne dua ne de ayin tanrılarının hükmünün karşısında durabilirdi. Kozmos oldukça mekanik bir dinamiğe sahipti.
Aristoteles “Metafizik” adlı eserinde hiçbir şeyin tesadüfi olarak hareket etmediğini söyler. Hareketin arkasında bir zorlama veya akıl etkisi aramıştır. Aristoteles’in evren tasarımında evren Dünya merkezli dizayn edilmiştir. Evreni ay-altı ve ay-üstü alem olarak ikiye ayırır. Oluş ve değişim alanı ay-altı alemdir. Burada 4 element birbirlerine farklı formüllerde farklı varlıkları oluştururlar. Ay üstü alemdeyse her türlü oluş ve değişimden muzdarip yedi gezegen bulunur. Bu gezegenlerin her biri saydam kristal küreye çakılmış ve içiçe geçmiştir. Yedi gezegen küresinin sonunda primum mobile olarak adlandırılan ilk harekete geçirici küre bulunur. Primum mobile gezegenlerin günlük dönüşlerini düzenler. Primum Mobile’in üzerinde sabit yıldızlar ve Zodyak yıldızlarının bulunduğu küre yer alır. Sabit yıldızların üzerindeyse Tanrının Krallığı bulunur. İnsan bu kosmos tasarımında nerededir? İnsan ay-altı dünyaya aittir. İnsan aklıyla meleklerle özdeş kılınmış bedeniyle ise tamamen Zodyak yıldızlarının etkisi altındadır.
Hellenistik dönem astrologlarından Manilius (MS 1. yy) her şeyin daha önce belirlenmiş yasalara tabii olduğunu söyler. Sadece bir istisna olarak kişilerin bu kadere bir nevi karşı gelerek kişilerin kendilerine uygun olmayan topraklarda yaşamamaları gerektiği tavsiyesinde bulunur. Yunanlı astrolog Valens’e (MS 2. yy) göre yazgı tıpkı tiyatrodaki roller gibi değiştirilemez. Ona göre de hiçbir insan kaderi dualarla değiştiremez.
Sonra bir şey olur, doğa maddeleşmeye başlar. Artık tanrının doğal olan tanrılar vasıtasıyla yazdığı yazgının tanrıların ellerinden alınacağının şüphesi başlar. Descartes’in attığı tohum ile insanın ilgisinin kendi düşüncelerine odaklaması, dış dünyanın insanın kendisinde gerçek ile karşılaşabileceği bilgisi ile animist dünya görüşü değer kaybetmeye başlar. Değer kazanan insandır, fikirlerdir. Bilimsel düşünce ile doğanın yasaları birer birer formüle edilmeye başladıkça insan, doğa üzerinde tahakküm kurmaya başlar. Evet tanrı vardır ama artık o insandır. Her ne kadar bu düşünceler belli belirsiz bir şekilde ilerleyecek, dinin yargılarını hemen bir solukta delip geçemeyecek olsa da insanın kendini her şeyden ayrıklaştırması başlamıştır. Artık insan evladı ilk başta başladığı uçtan tam tersi istikamete ve tam zıddına salınmıştır.
Özgür irade ve kader konusunda Spinoza’ya da kulak vermek gerekir. “İnsanların kendilerini özgür sanmalarının nedeni, isteklerinin bilincinde olmaları ama bu isteğe açan nedenleri bilmemeleridir” der Spinoza. Tanrıdan türemiş olan insanı harekete geçiren şey kendini koruma ve yaşamını sürdürmesidir. Koruma isteği bilinçsizken, aklı devreye girince koruma isteği bilinçli bir hal alır. Bu bilinçli hal ile hayvandan ayrılır, kendine acı veren, hayatını olumsuzlaştıran şeylerden kaçınır ve haz veren şeylere ve hayatını kolaylaştıran, zenginleştiren şeylere yönelir. İyi ve kötü de böyle gelişir. Burada doğanın dışına taşan hiç bir ilkeye yer yoktur, her şey doğanın sınırlarında oluşur.
Naturalist bu teori, insanın bu isteğe uygun davrandığında erdemli olacağını söyler dolayısıyla erdemli olmanın insanın doğasına uygun davranması gerektiğini, böyle davrandığı zaman mutlu ve özgür olacağını belirtir. Mutlu olmak bir anlamda self determinasyondur. İnsanın kendini yetkilendirmesi gerekir, insan ister bedensel ister entellektüel, akılsal kapasitelerini geliştirmekten haz alır. 3.000 yıl önce Aristoteles’in tohumunu attığı insanın düşünmek ve tartışmaktan haz aldığı düşüncesine benzerdir bu düşünce. Nasıl gündelik işlerimizle beden bir nevi gelişirse düşünürken de aklımız gelişir. Bilgi denilen şey, insanın nasıl ve neye göre davrandığı, erdemin bilgisidir ve sonrasında mutluluk ve özgürlük gelir. Özgürlük, insanın kendi doğasını gerçekleştirmesi demektir. Bu modern dönemde ilk kez bir filozofun antik yunan’a geri dönerek özgürlük kavramını dönüşüme uğrattığı zamandır. İnsan olmak, özgürleşmektir.
“Ne kadar özgürüz? “ sorusu, sınırsızlığımızı sınırlayan dünyanın varlığı, bizi Spinoza’nın mantığına götürüyor. Dünyanın başka yerlerinde farklı imkanlarla doğan binlerce çocuk var şu an, hepsi astrolojik haritalarının doğası içinde hareket edecekler. Gerçek şu ki yapılabileceklerimiz sınırsız değil, bir duvar ile hepimizin haritaları örülmüş, sınırsız istek ve arzularımız bu duvara çarpıyor. Ama o alan içinde kendimize gerçekleştirmeye yönelik bir çaba olarak bilinç seviyemizi genişletebilirsek asıl özgürlük o zaman başlıyor. Bilmekten korkmadan araştırıp öğrenerek baktığınız yerin bir adım ötesine geçebilirseniz sadece kendi doğanızı en sağlıklı şekilde biçimde kullanmaya başlamaz aynı zamanda kendinize kocaman bir özgürlük penceresi açarsınız!
@Gülden Bulut, 2019, Her hakkı saklıdır