Mars, Satürn ve Pluto Oğlak burcunda seyrederken, şimdiye kadar doğru bildiğimiz alışkanlıklarda ve çerçevelerde ilerlemek iyice zorlaşıyor. Bedenimiz ve ruhumuz, içerden ya da dışarıdaki faktörler vasıtasıyla zorluğu deneyimliyorken tam olarak stres altındayız. Oğlak burcundaki bu toplanma, gezegenlerin (Mars, Satürn ve Pluto) güçlü ve yıkıcı doğalarıyla birleşince değişime karşı direncin yüksek olması da son derece olası. Ama bu birleşmenin öncü burç Oğlak’ta olması, olaylara karşı verilecek tepkinin, hayatımızda uzun vadeli büyük bir çentik atacağını da gösteriyor. Bu durum hayatınızda her ne şekilde gerçekleşiyor bilmiyorum ama bu süreç stresin kat ve kat arttığı bir dönem. O nedenle bu yazımda stresi markaja almak istedim.
Strese büyüteçle bakmaya gerek yok. Çalışma hayatının neredeyse uyku harici zamanlarımızı kapsaması ve hummalı bir şekilde kendimizi bir diğeriyle kıyas edip rekabeti yaşadığımız günümüz dünyasında stressiz olmak neredeyse imkansız.
Stresin bize düşman gibi görünse de, insanoğlu için yararlı. İnsan türünün bugünleri görmesinde stresin rolü büyük. Atalarımız bir kurt ile karşı karşıya kaldıklarında bedenlerinde oluşan yüksek kortizol ve adrenalin sayesinde yaşamlarını sürdürdüler. Onlar belki sadece avlanmaya çıktıklarında tehlikeyle karşılaşıyorlardı. Ama günümüzde bizler mecazi olarak sürekli bir yırtıcı bir hayvan ile karşı karşıyayız, kendimizi sürekli tehdit ve tehlike altında hissediyoruz.
Birincil tehlike, elimizden düşürmediğimiz telefonlar. Mailimize ya da telefonumuza düşen her mesaj bir tehdit kaynağı. Cevaplamak istemediğiniz bir telefon çaldığında bile vücudunuz alarma geçiyor. İnsanların birbirlerine kolay ulaşabilmeleri işi iyice çığrından çıkardı. Bir de sosyal medya canavarı, paylaşmak adı altında bizi sürekli en iyisine en güzeline “en” ve “en”lere sahip olmaya zorlarken insan nasıl olur da stres altında kalmasın? Yine atalarımız günde iki saat çalışırlardı (ki o da yiyecek arama ve avlanma zamanına tekabül ediyordu.) Şimdi modern dünyanın tatminsiz köleleri olarak 7×24 çalışıyoruz. Çalışmak demek her türle tehdide açık olmak demek. Yani stres demek!
Stres yaşlandırır, hasta eder, ömrü kısaltır, mutsuz eder. Bunları pek çoğumuz biliriz de nasıl azaltabiliriz kısmını pek düşünmeyiz. İlk yapılacak şeylerden biri yavaşlamak. Ağır olmak ve acele etmemek. Yavaş yürüyün, yavaş yiyin, yavaş hareket edin. Yavaşlayın. Hayat bu kadar hızlı akarken ve yetişemezken mi dediğinizi duyar gibiyim. Ne zaman telaşı bırakırsanız stresi de arkaya atmış olursunuz. Birçok mizaç için özellikle zor. Ama reçetenin ilk satırı bu!
Televizyon karşısında yemek yerken aynı anda bir çok işi hızlıca hallederken “hayattan” ve tabi onu oluşturan , “an”lardan uzaklaşıyoruz. Duyumsamayı çoktan bıraktık. Yürüyüş yaparken veya bir iş yaparken belki binlerce kez gördüğünüz şeye ilk defa bakıyormuş gibi bakın. Her gün işe giderken yanından geçtiğiniz ağacın dallarının ne kadar farklı olduğunu şimdiye kadar hiç keşfetmemiş olabilirsiniz. Bir yaseminin yanından geçerken kokusunu belki hiç içinize çekmeden geçtiniz. Şimdi tam orada olanla temas kurun.
Başımıza gelen şeyleri seçemiyoruz ama ona nasıl tepki verdiğimizi seçebiliriz. Kontrol edemeyeceğimiz şeyleri kontrol etmeye çalışmak, bizi korku ve kaygıya sürüklüyor. Sonrasında stresimiz de bir o denli artıyor. İnsanın kısa ömürlü olduğunu ve sürekli değişime maruz kalacağını ve yine bunun doğal sürecin bir parçasın olduğunu defalarca kendimize hatırlatmamız gerekiyor. Bunu kanıksamak ve bu noktada süreci saygıyla karşılayıp, olumsuz olarak yaşadığımız şeylerin varlığına bile şükran duyabilmekle başlıyor herşey.
Her an savaştaymış gibi değil, rehavetle yaşayabilmekte işin sırrı. Yazmak kadar kolay değil yaşamak biliyorum. Çünkü şu an bile bu yazıyı yetiştirmenin derdindeyim:) Evet, korunaklı evlerimizdeyiz artık, avlanmak zorunda da değiliz. Ama o zamanki insanın sorunlarından büyük tehlikemiz. Belki bunları bir kez düşünmekle başlayacak bizim içinde yol!
Gülden Bulut
25 Nisan 2018